Ana içeriğe atla

Japon Balıkçısı ve Hiroshima'nın 68. Yıldönümü

Japonya gezi yazısını henüz bitirememiş olsam da günün anlam ve önemini anlatan bu yazıyı siteye eklemeye karar verdim.

Biz bu ilk Japonya gezimizde Hiroshima ve Nagasaki'yi göremedik, lakin Tokyo, Osaka, Nara, ve Kyoto'da tanışıp görüştüğümüz arakadaşlara Hiroshima'yı sorunca gözlerinin dolmasından halen süregelen psikolojik etkilerini net bir şekilde kavradık.

Japonya - S.Gun 2009
1945`in 6 Ağustos Pazartesi sabahı pilot Paul Tıbbet`in annesinin adını verdiği Enola Gay adlı B29 modeli, Amerikan bombardıman uçağından ilk atom bombasını Hiroşima şehrine atmasıyla ne yazık ki on binlerce sivil dünya üzerinde cehennemi yaşadı. Bu acının 68. yıl dönümünde bu ayıbı ve günümüzde halen devam eden çıkar, din, ırk, mezhep savaşlarını ve birbirlerini yok pahasına gözlerini kırpmadan öldüren insan kılıklı mahlukatları kınıyorum. 

Her bokuna isim koyan narsist, paranoyak Amerikan donanmasının ilk bombalarına verdikleri isim "Little Boy" idi. Hiroshima'dan sadece üç gün sonra 9 Ağustos sabahı Nagasaki'ye atılan bombanın adı ise "Fat Man" oldu. Fat Man aslında Kokura şehrine atılacaktı fakat havanın bulutlu olmasından dolayı rota Nagasaki'ye çevrildi.

İlk bomba Hiroshima`nın tepesinde, yerden 580 metre yüksekliğinde patladığında 16 Kilo-Tonluk bir patlama etkisi ile şehrin %90'ını yerle bir etti. Yayılan yüksek sıcaklıktan dolayı 80.000 sivilin bir anda yanarak can vermesine sebep olan bomba, ilerleyen günlerde 40.000 sivilin daha radyoaktif etkilenmeden zarar görerek hayatını kaybetmesi ile tarihe Amerikan ordusunun kara bir lekesi olarak kazındı.

Japonya - S.Gun 2009 
Nagasaki'ye atılan "Fat Man" adlı bomba "Little Boy" dan çok daha güçlüydü, fakat Nagasaki'nin coğrafik yapısından dolayı 22 Kilo-Tonluk patlamaya sebep olan bomba 50.000 den fazla insanın hayatını kaybetmesi ile sınırlı kaldı.

15 Ağustos 1945'te daha güçlü bir bombanın gelme olasılığından tedirgin olan ve verilen kayıp sayısı karşısında çaresiz kalan Japon hükümdarı Hirohito radyodan koşulsuz teslimiyetlerini anons etti.

1956'da Nazım Hikmet Japonyaya yapılan bu zulmü Japon balıkçısı ve Kız Çocuğu adlı şiirleri ile konuyu ele aldı.

Japonya’da, 1956 yılında 250 nüsha olarak yayımlanan Nâzım Hikmet şiir kitabı…

Nazım Hikmet'in 1956'da Japon Balıkçısı şiirinde bahsettiği olayda bahsi geçen balıkçı ise Aikichi Kuboyama'dır.

Aikichi Kuboyama 1 Mart 1954 günü Pasifik'te Castle Bravo kod adlı son Hidrojen bombası testleri yapıldığında "S.S. Lucky Dragon 5" adlı Japon balıkçı teknesinin 23 kişilik mürettebatından birisi idi. Denemelerin tahmin edilenin üzerinde bir alana yayılması ile ortaya çıkan radyoaktivite, toz ve kül bulutundan etkilenen güzelim Marshall adaları civarında turlayan teknedeki japon balıkçısı Aikichi Kuboyama'nın ağır ağır ölümüne neden olur.

Bu şiiri şarkılarında kullanan pek çok müzisyen olmuştur. Aşağıda benim sevdiğim iki versiyonunu dinleyebilirsiniz.

Japon Balıkçısı

Denizde bir bulutun öldürdüğü 
Japon balıkçısı genç bir adamdı. 
Dostlarından dinledim bu türküyü 
Pasifik'te sapsarı bir akşamdı. 

Balık tuttuk yiyen ölür. 
Elimize değen ölür. 
Bu gemi bir kara tabut, 
lumbarından giren ölür.

Balık tuttuk yiyen ölür, 
birden değil, ağır ağır, 
etleri çürür, dağılır. 
Balık tuttuk yiyen ölür.

Elimize değen ölür. 
Tuzla, güneşle yıkanan 
bu vefalı, bu çalışkan 
elimize değen ölür. 
Birden değil, ağır ağır, 
etleri çürür, dağılır. 
Elimize değen ölür...

Badem gözlüm, beni unut. 
Bu gemi bir kara tabut, 
lumbarından giren ölür. 
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut. 
Boynuma sarılma, gülüm, 
benden sana geçer ölüm. 
Badem gözlüm beni unut.

Bu gemi bir kara tabut. 
Badem gözlüm beni unut. 
Çürük yumurtadan çürük, 
benden yapacağın çocuk. 

Bu gemi bir kara tabut. 
Bu deniz bir ölü deniz. 
İnsanlar ey, nerdesiniz? 
Nerdesiniz?



THE JAPANESE FISHERMAN

The Japanese fisherman slain by a cloud
Was yet but a youth as he sailed in its lee
I heard this song sung by his friends not loud,
As the yellow light went on the Pasific Sea

We fished a fish, who eats it dies,
Who touches my hand, of that he dies.
This, our boat, is a coffin cold
Who steps on board, in boarding dies.

We fished the fish whose eater dies,
Not all at once, but bit by bit,
His flesh goes black, breaks sores and rots
We fished a fish, who eats it dies.

Who touches my hand, of that he dies,
This hand that served me once so well,
Bathed in salt and sound with the sun.

Who touches my hand, of that he dies,
Not all at once, but bit by bit,
His flesh goes black, breaks sores and rots...
Who touches my hand, of that he dies.

Forget me, love with almond eyes,
This our boat, is a coffin cold.
Who steps on board, in boarding dies...
The cloud has passed and told our doom.

Forget me, love with almond eyes,
My rose, you must not kiss my lips,
Death, would wander from me to you,
Forget me, love with almond eyes.

This our boat, is a coffin cold.
Forget me, love with almond eyes
The child that you might have of me,
Would rot within, a rotted egg.

This our boat, is a coffin cold.
The sea we sail is a dead sea.
Oh, mankind, where are you,
where are you?




IL PESCATORE GIAPPONESE

Il pescatore giapponese ucciso da una nuvola
Non era che un giovane mentre navigava nella sua rada.
Ho sentito questa canzone cantata a bassa voce dai suoi amici,
Mentre la luce gialla andava verso l’Oceano Pacifico

Pescammo un pesce, colui che lo mangia muore,
Chi tocca la mia mano, di quello muore.
Questa, la nostra barca, è una fredda bara
Chi sale a bordo, imbarcandosi muore.

Pescammo il pesce che uccide chi lo mangia,
Non tutto in una volta, ma poco a poco,
La sua carne diventa nera, apre piaghe e imputridisce
Pescammo un pesce, colui che lo mangia muore.

Chi tocca la mia mano, di quello muore.
Questa mano che una volta così bene lavorava per me,
Bagnata nel sale e sana nel sole.

Chi tocca la mia mano, di quello muore,
Non tutto in una volta, ma poco a poco,
La sua carne diventa nera, apre piaghe e imputridisce…
Chi tocca la mia mano, di quello muore.

Dimenticami, amore con gli occhi a mandorla,
Questa, la nostra barca, è una fredda bara.
Chi sale a bordo, imbarcandosi muore…
La nuvola è passata e ha portato la nostra rovina.

Dimenticami, amore con gli occhi a mandorla,
Mia rosa, non devi baciare le mie labbra,
La morte, si sposterebbe da me a te,
Dimenticami, amore con gli occhi a mandorla,

Questa, la nostra barca, è una fredda bara,
Dimenticami, amore con gli occhi a mandorla,
Il bambino che potresti avere da me,
Marcirebbe dentro, un uovo marcio.

Questa, la nostra barca, è una fredda bara,
Il mare che navighiamo è un mare morto.
Oh umanità, dove sei,
Dove sei?
S.GUN
Ağustos 2014

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Madam Katia'nın Şapkaları

2012 yılının Aralık ayında, Beyoğlu'da Galatasaray'dan Tünel'e doğru yürürken sağ kanattaki tarihi binalardan birinin altından geçerek girilen Hazzopulo (Hacopu) Pasajı'ndayım. Büyülü bir pasaj burası. Renk renk dükkanlar var içinde. Hediyelik eşya, takılar, süs malzemeleri, sahaflar ve yakın dönemde mantar gibi çoğalan çay kahve mekanları ile dolup taşan pasajda vitrini oldukça sönük bir dükkan var. Camekanın içine, vitrinin sadeliğine uyan küçücük bir tabela yerleştirilmiş: Şapkacı Katia .

Dispanserin Bahçesinden Işıltılı Caddelere

Lise çağımdaydım. Evim Balıkesir’deydi. Ailem, arkadaşlarım, tüm yaşantım orada, o küçük ve sevimli şehrin içindeydi. Sevimli olmasına sevimliydi ama, tüm diğer taşra kentleri gibi Balıkesir de insana dört duvar arasında kalmış hissi veren, sınırlı, kapalı bir yerdi. Sanki hayatın bir fragmanını yaşıyorduk orada, gerçeği kentin duvarlarının ötesinde; İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’deydi. Gürül gürül akıyordu da hayat, biz orada öylece duruyor gibiydik, sanki. Her ayın başında, Şan Sineması’nın hemen karşısındaki gazete bayisine büyük bir heyecan içinde koşmamız bu yüzdendi. Tüm dünya, geçmişin ve geleceğin toplamı hatta, sanki yoğunlaşıp tek bir kara deliğe çökmüş ve o da koca evrende gelip bu büfenin önündeki “Yaysat” sepetine düşmüştü. Sinema, Atlas ve Gezi dergilerinin yeni sayıları gelmişse onları hemen raftan kapar, eğip bükmeden, üzerlerindeki naylona dahi zarar vermeden çantalarımıza atar ve evlerimizin, Underground Cafe’nin, yahut bahçesinde saatlerce oturduğumuz hüküm

Vancouver Git Başımdan Ben Sana Göre Değilim

Vancouver gezisinde kenara not aldığım bilgiler boşa gitsin istemedim ve ham bilgi olarak ekledim. Detayl ı  deneyimlerimizi aktard ı ğı m ı z  Vancouver yazı dizisine ise bu linkten ula şabilirsiniz.  Belki de Vancouver tam size göre bir şehirdir. Vancouver git başımdan ben sana göre değilim.  Ümitsizliğimi olsun anlasana  hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.

Aç Kapıyı Melek, Ben Geldim

Mart ayında bir gün, bir Cuma günü. Saat öğleden sonra 4:30. Sabah hava sıcaklığı eksi otuz santigrat derece idi, şimdi ısındı biraz, yalnızca eksi on. Ah Ottawa, söyle yetmedi mi artık bu kış? İşten koşar adım çıkıyorum. Melek otoparkta beni bekliyor. Önce camları kaplamış olan buzu elimdeki uzun saplı plastik spatula ile bir güzel kazıyorum. Eğer dünyanın bu köşesinde yaşamayı hayal ediyorsa oralarda birileri, işte bu gerçeği de hayallerinin bir köşesine dahil etmeli. Zira spatulayla buz kazımak yemek yemek, su içmek gibi hayatın doğal bir parçası buralarda. Araçların camlarına yapışan kar taneleri buzlaşıyor, kaskatı kesiliyor. İşin yoksa her allahın günü kazı babam kazı.