Ana içeriğe atla

İstanbullu Bir Turistin Gözünden Ottawa - 2


17 Haziran Cuma:

Chateau Laurier diye oldukça büyük bir otelin arkasında bulunan Majors Hill park mükemmel bir yer, öğlen yemeğini yine Bottega'dan alıp bu parka yürüdük.  Çimenlerin üzerinde bir ağaç gölgesine oturduk. Parkta hula hup çevirenler, frizbee oynayanlar çocuklarını çimenlere salıp onlarla beraber yuvarlananlar, kitap okuyanlar, yanlarında getirdikleri darbuka benzeri (djembe) enstrümanları çalanlar hepsi burada. Mutluluk tepesi olmuş burası. 

Karşımızda Parlamento binasının arka cephesi görünüyor ve biraz aşağı doğru bakarsak Ottawa Nehri ve karşı kıyı Quebec eyaletinin Gatineau şehri.


Akşam 6 dan sonra bank Street üzerinden bisikletle Landsdowne Parka gidip Asya yemeklerinin tezgahlardan satıldığı "Asian Night Market" sokak yemekleri etkinliğine katıldık. Çöşiş gibi mürekkep balıkları, ahtapot, karides gibi izgara yemekler denedik.  

"Asian Night Market"ta 3-4 saat geçirdikden sorna Bank street üzerinden kuzeye doğru geri gittik belli bir yerden sonra yol trafiğe kapanmıştı. Bir anda ortam değişti, açık hava cluba döndü sokaklar. Yüksek seste müzik, dans edenler, farklı sokak showlarının arasından geçerken bir bölüme geldikki yuzlerce kişi yoga matlarını getirip asfalta sermiş ve gay bir yoginin talimatları doğrultusunda yoga yapıyorlar. Neredeyse hepsinin kalça kısmında aynı marka logosu olması tabi ilgi çekici.  Şaşkınlığımı ne yazıkki gizleyemiyorum. 

Geçen gün Parlamento önündeki çimenlerde ve bu akşamın karanlığında sokağın ortasında yoga partisi, yoga sanırım ciddi bir etkinlik burada. Lululemon da zaten Vancouver dan çıkma bir markayşmiş.



Bank street akşam 12 oldu biraz daha ilerledik ve  GlowFair etkinliği içinde yer alan "silent disco" adlı bir sokak partisine katılmak için sıra beklemeye başladık. Katılımcıların hepsine bir kulaklık veriliyor ve iki farklı DJ in aynı anda çaldığı parçaları kablosuz kulaklıklardan kanalları değiştirerek dinleyebileceğiz, bu sayede gece 2 ye kadar sokakta party yapabileceğimizi söyledi arkadaşım. 

Sıra beklerken bir ardebe oldu 3-4 erkek kavga etmeye başladı, yaklaşık 10 saniye içine de 3-4 polis önce kalabalığı haşin bir şekilde yardırarak sonra da uçarak elemanların üstüne atladılar. Hepsi kelepçelendi ve ortamdan uzaklaştırıldı.  Buranın polislerini güzellik yarışmasına soksan hepsi derece alır. Hiç göbekli bir polis görmedim daha, hepsi oldukça fit. Sırayı beklemeye devam ettik, kulaklarımızı aldık ve party başladı, otopark gibi bir alandayız, çadırlarda bira ve şarap satılıyor. Kapıda girişte İD (ehliyet) göstermiştik ve kolumuza taktıkları bantlar 18+ olduğumuzu temsil ediyor.


18 Haziran Cumartesi:

Kahvaltı sonrası bisiklet ile Rideau Nehri yanından güneye doğru 30 dakikalık bir yol gittik. Yolda sincaplar, kaz yavruları, yer domuzu (ground hog), nehrin içindeki ağaç kavukları üzerinde güneşlenen kaplumbağalar dışında yine bisiklet yolunda köpekleri ile koşan güzel insanlar gördük.

Hedefimiz Vincent Massey park, Carleton üniversitesin dibinde nehrin karşı kıyısında bulunuyor. Burada bu haftasonu yer alan Aborginal Festivaline katılıp kızılderililerin canlı müzik performansları eşliğinde Pow Wow adlı dans yarışmalarını izledik. 1996 yılından beri 21 Haziranın resmi olarak kabul edilmiş "Ulusal Yerli Hak Günü" olarak (“National Aboriginal Day”) kutlandığını öğrendim. Rengarenk kıyafetleri ile kuş figürleri ve ayaklarını yere vura vura danslarını izlemek ilginç ve güzel bir deneyimdi.


Vincent Massey Park tan ayrılıp Preston street üzerindeki İtalyan mahellesinde her yıl bu tarihlerde düzenlenen “İtallian Week” festivalini görmeye gittik. Burası da bir Ferrarı cenneti olmuş. Pub İtalia da mola verip ansikliopedik bira listesinden bira beğenip yanında da kalamar ısmarladık lakin kalamar yanında tarator beklerken domatesli bir sos geldi. Belki de tarator bir tek biz alışığızdır.

Bugün Petrie Island denilen adada ayrıca bir de Çarıvıbe Beach and Food Festival adında bir, Carayıplere özgü bir etkinlik daha varmış ama bu kalabalık etkinlikler silsilesi içinde ona gidemedik. çarıvıbe.com

Ayrıca hep youtubeda gördüğüm "UFC Fight Night" maçlarindan biri de bugün MacDonald v Thompson arasında Ottawa'nın TDPlace salonunda oynanıyormuş, biletler $65 civarı olduğu ve bu UFC o kadar da ilgimi çekmediği için bu etkinliği de pass geçtim.  

Akşam 7:30 gibi şehir merkezinde bulunan Novotel altında bulunan Albion Rooms adlı mekanın patiosunda BBQ elk (dünyadaki en büyük geyik türünden biri) burger ve 5 dolara bira alıp akşam yemeğini hallettik. 

Saat 10'da Fringe Festival kapsamında, "Love Is A Battlefield" adlı 2 kişilik kardro ile, manüpülatif kadınla bir adamın diyalogları üzerine kadının sonunda adama istediğini yaptırmasının hikayesini izledik. 

Tiyatro sonrası Bank Street üzerindeki GlowFair festival alanına yürüdük. Hava o kadar güzelki gecenin bu vakti sokaklar halen cıvıl cıvıl.  Silent Disco etkinliği dün akşam çok zevkli olduğundan bu akşam bir daha denemek için tekrar sıraya girdik. Kulaklık kirası $5 ve kulaklıkların üzerindeki ışıklardan arkadaşların hangi DJ/müziği dinlediğini görebiliyoruz.


Etraftan ara ara kokarca gibi bir koku yükseliyor, bu koku da nesi ?
- Ot kokusu,
- Ot mu ?
- Evet, marijuana, esrar, bulması kolay olduğu gibi, reçeteli olanların direk alabildiği kafa yapan bir ot.

Gece 2 de biten bu etkinlikten ayrıldığımızda karnımız çok açtı ve tabiki bir çorbacı yok mu şöyle işkembe falan içsek diye içimden geçirdim ama her yer kapalı. Silent Disko etkinliği öncesinde de her yer kapalıydı, böyle kalabalık bir gecede bakkal görünmülü mekanların kapalı olmasına bir anlam veremiyorum.

Sonuç olarak işkembe ve benzeri çorbaları içebilecğimiz mekanının China Town da Vietnam restaurantları olduğunu söyledi arkadaşlar, fakat bir arkadaş topuklu ayakkabı ile geldiği için önce onun evine gidip üst değişimi yapmasını bekledik. Arkadaşın da Türk damarları tuttuki yoğurtlu mantı canı çekti, uğradığımız evden yanımıza bir kap Balkan yoğurdu da alıp, arabaya atlayıp China Town da Somerset sokağı üzerinde bulunan Pho Bo Ga La adlı restaurant a gelip, içinde işkembenin (tripe) de bulunduğu etli bir Pho çorbası ısmarladık, tabiki aynı işkembe tadını vermedi ama en yakın alternatif bu oldu,. Arkadaş ise etli Pad Thai ısmarlayıp üstüne de iki kaşık yoğurt ekledi, kırmızı biber serpti biz de denedik ve gerçekten de leziz bir karışım olmuştu. Gecenin üç buçuğunda bu ilginç menü ile geceyi bitidik. 


19 Haziran Pazar:

Şehir merkezinde gizli bir gölet olduğunu ve burada yüzebileceğimizi söyledi arkadaşlar. Sabahtan hemen bir çanta hazırladık, Beechwood sokağından geçerken Red Door Provisions adlı mekanda durup panini/tost yaptırdık benim seçtiğimin adı St. Zotique adlı sadnviç aynı Ayvalık tostunu anımsattı. 

Buradan Rockliffe bölgesindeki zengin evlerini geçip gizli bahçe "The Pond"a gittik. 35 santigrat derecede bu küçük serin göl gerçekten de cennetten bir parça.

Pazar akşam 8'de NBA final maçını izlemek için Sens House adlı bara gittik. Alt katında da Lowertown adlı bir biracı bulunan bu güzel mekanın bir bölümünün çatısı da açılıp kapanıyor, akşam yıldızların altında bir basket maçı izledik, Projectorlu dev ekran dışında yaklaşık 10 tane daha büyük ekran televizyon bulunuyor mekanda. Sens Ottawa`nın buz hockey takımı, bu mekanda NHL sezonunda sadece buz hokeyi maçları gösteriyor sanırım. NBA final maçını Lebron James in süper perfomansı ile Cavaliers takımı kazandı ve Lebron da bu performanstan ötürü 3. kez MVP seçildi.

20 Haziran Pazartesi:

Bu akşam Ay en kuzey noktasında dolunay olarak tüm geceyi aydınlatacakmış. Bunun şerefine yine Landsdowne parkta (Asian Fest Night Market icin gittiğimiz yer) “Full Moon Yoga” etkinliği düzenlendi. Bu bir haftada 3. kez şahit olduğum ve dışarıda organize edilen yoga etkinliği. Bu seferki Ay ışığında çimenlerin üzerinde. 

Akşam 9'da bir Fringe Festival oyununa daha gittik, Yeni Zellanda'lı 2 erkek 1 bayan oyuncunun hazırladığı "Laser Kiwi" adlı oyunun sonunda burlesque adıyla bir bölüm vardı ve 3 oyuncu da oldukça çıplak bir şekilde dans sergilediler.


Gözlemlerim - 2:
  • "OC Transpo", Otawa otobüs sistemi çok dakik.
  • Şehirden 1-2 saat uzaklaşınca ormanlar başlıyor. Bir köprü ile geçtiğimiz Quebec eyaletining Gatineau şehrinde bulunan "Gatineau Park" tam bir doğal cennet. 
  • 29 Haziran Çarşamba günü Obama Ottawa'yı ziyaret edeceği için şehir merkezindeki bütün yollar kapatılıyor. 
  • Umumi hela gibi bir mantık olmadığı için festival alanlarına mobil tuvaletler taşımışlar.
  • Özel bisiklet yolları olduğundan şehirde bisiklete binen sayısı çok fazla ve tüm bisikletliler kask takıyor.
  • Gün her vaktinde koşan, paten yapan, bisiklete binen birilerini görmek mümkün.
  • Çoğu dükkanın önünde köpeklerin şu içmesi için şu dolu taşlar bulunuyor
  • Vegan, Glutensiz, Vejeteryan ağırlıklı yemek yapan ve ya bu tür yemekler bulunduran restoranlar çokça mevcut.
  • Güneşin batışını izlemek için en güzel mekanın National Art Gallery binasın arkasında Rideau Nehrine bakan tepedeki Fransız kaşif Samuel de Champlain'ın heykelinin altı olduğunu gösterdiler.
  • National Art Gallery, Ottawanın sanat müzesi ve perşembe günleri saat 5'ten sonra ücretsiz olarak gezilbiliyor. 
  • Şunu farkettim ki Türkiye'de biz sıra beklemeyi bilmiyoruz. Burda otobüs durağında bile kendi kendine sıra oluşuyor ve herkes birbine saygılı bir şekilde bekliyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Madam Katia'nın Şapkaları

2012 yılının Aralık ayında, Beyoğlu'da Galatasaray'dan Tünel'e doğru yürürken sağ kanattaki tarihi binalardan birinin altından geçerek girilen Hazzopulo (Hacopu) Pasajı'ndayım. Büyülü bir pasaj burası. Renk renk dükkanlar var içinde. Hediyelik eşya, takılar, süs malzemeleri, sahaflar ve yakın dönemde mantar gibi çoğalan çay kahve mekanları ile dolup taşan pasajda vitrini oldukça sönük bir dükkan var. Camekanın içine, vitrinin sadeliğine uyan küçücük bir tabela yerleştirilmiş: Şapkacı Katia .

Aç Kapıyı Melek, Ben Geldim

Mart ayında bir gün, bir Cuma günü. Saat öğleden sonra 4:30. Sabah hava sıcaklığı eksi otuz santigrat derece idi, şimdi ısındı biraz, yalnızca eksi on. Ah Ottawa, söyle yetmedi mi artık bu kış? İşten koşar adım çıkıyorum. Melek otoparkta beni bekliyor. Önce camları kaplamış olan buzu elimdeki uzun saplı plastik spatula ile bir güzel kazıyorum. Eğer dünyanın bu köşesinde yaşamayı hayal ediyorsa oralarda birileri, işte bu gerçeği de hayallerinin bir köşesine dahil etmeli. Zira spatulayla buz kazımak yemek yemek, su içmek gibi hayatın doğal bir parçası buralarda. Araçların camlarına yapışan kar taneleri buzlaşıyor, kaskatı kesiliyor. İşin yoksa her allahın günü kazı babam kazı.

Dispanserin Bahçesinden Işıltılı Caddelere

Lise çağımdaydım. Evim Balıkesir’deydi. Ailem, arkadaşlarım, tüm yaşantım orada, o küçük ve sevimli şehrin içindeydi. Sevimli olmasına sevimliydi ama, tüm diğer taşra kentleri gibi Balıkesir de insana dört duvar arasında kalmış hissi veren, sınırlı, kapalı bir yerdi. Sanki hayatın bir fragmanını yaşıyorduk orada, gerçeği kentin duvarlarının ötesinde; İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’deydi. Gürül gürül akıyordu da hayat, biz orada öylece duruyor gibiydik, sanki. Her ayın başında, Şan Sineması’nın hemen karşısındaki gazete bayisine büyük bir heyecan içinde koşmamız bu yüzdendi. Tüm dünya, geçmişin ve geleceğin toplamı hatta, sanki yoğunlaşıp tek bir kara deliğe çökmüş ve o da koca evrende gelip bu büfenin önündeki “Yaysat” sepetine düşmüştü. Sinema, Atlas ve Gezi dergilerinin yeni sayıları gelmişse onları hemen raftan kapar, eğip bükmeden, üzerlerindeki naylona dahi zarar vermeden çantalarımıza atar ve evlerimizin, Underground Cafe’nin, yahut bahçesinde saatlerce oturduğumuz hüküm