Ana içeriğe atla

Kuzey Pasifik'in Asyalı Kenti: Vancouver - 1


3600 kiometrelik yol boyunca sert kış geçiren dört eyaletin, Ontario, Manitoba, Saskatchewan ve Alberta'nın karla kaplı toprakları üzerinden geçtik; penceremizden bakıp aşağıdaki bembeyaz yerküreyi izledik. British Columbia eyaletinin en işlek ve Kanada`nın en ılıman iklimli şehri Vancouver'a iniyoruz. Kardan eser yok.

Ottawa`nın alışagelinmiş Şubat soğuğundan kopup 7 saatlik Calgary aktarmalı yorucu yolculuk sonrasında 30 santigratlık (-20 C`dan + 10 C`a) hava değişiklikiği dışında ilk gözümüze çarpan havaalanı çıkışındaki taksilerin tümünün elektrikle çalışan hybrid motorlara sahip olmasıydı.

Belki kulağa inanılmaz geliyor ama 2014 yılında Ottawa son 20 yılın en soğuk kışını geçirdi. Öyle ki havanın Mars`tan daha soğuk olduğu günler oldu.

Vancouver`ın en soğuk günü ise 1 santigrat derece  oldu ve ortalama Şubat ayı sıcaklığı 5 santigrat derece iken 94.1 mm yağmur yağdı. Ocak ayı ise 186 mm ile yılın en yoğun yağmurlu ayı oldu. 

Adını 1792-94 arası kuzey Pasifiğin sahil şeridi haritasını çıkartan kaptan George Vancouver`dan alan şehir, 2.3 milyon nüfusu ile Toronto ve Montreal`den sonra Kanada`nın 3. büyük metropol şehri.

Dünya`nın en yaşanılası şehirleri listesinde her yıl ilk beşte, Viyana, Zürih ve Melbourne ile yer alan Vancouver, Kanada`da aynı gün içinde kayak, snowboard, sörf, yüzme, ve golf sporlarını da yapabileceğiniz tek şehir.

İklimi yanında bir diğer coğrafi avantajı ise Amerika sınırına 50, Seatle`a ise 227 kilometre uzaklıkta olması. 

Eyaletin başkenti Victoria, Vancouver`ın batısında bulunan Vancouver Adasının en güneyinde. Vancouver`a feribot ve araba yolculuğu sonrası 3 saatlik uzaklıkta bulunuyor.

Aynı gün Ottawa`da ise lapa lapa yağarken pencereceden seyri hoş kar taneleri, ne yazık ki hayalhanenizdeki kumülüs bulutları gibi beyaz pamuk şekeri kıvamında değil - vıcık vıcık, çamurlu, donuk, kirli ve buzlu bir şekilde kaldırım kenarlarında çoğalıyor.

Vancouver`ın sokaklarında ise kardan eser yok, ikindi vakti yağmur yağmış şimdi ise karayel den ılık ılık okyanus estiriyor ve dinlenmek için ilk durağımız (First Beach olarak da bilinen) English Bay plajının kumsalına doğru yöneliyoruz.

Denman ve Davie sokaklarının kesişimindeki Morton Park ta Yue Minjun`un “A-maze-ing Laughter" adlı 14 kahkaha atan adam heyeklelerini geçerken keyflenip Pasifik Okyanusu kenarında biraz soluklandık. 

Aynı sahildeki Cactus Cafe de güneşin batışı yanına bira-kalamarı meze yaparak akşamın keyfini çıkarmanızı tavsiye ederim.

3 zaman dilimi, 7 saatlik yorucu yolculuk sonrasında gece evde bayılıp kaldık. Sabahın erken saatlerinde deniz kokusu eşliğinde, jaluziden yavaş yavaş güneş süzülüyor, fakat uzun zamandır unuttuğumuz bir tür  gürültü kirliliği arka planda periyodik olarak loopta takılmış durumda. Bu martı kılıklı yaratık çığlık atmıyor sanki köpek gibi susmaksızın bir buçuk saattir havlıyordu.

Neyse ki martı Jonathan`ı kovmak için çıktığım balkonda, okyanusun ve bulutların yakınlığı, çam ağaçlarıyla döşeli yeşil doğa örtüsü, dorukları karlı dağlar ve havanın ılımanlığını solumak - bu farklı tabiat ile karşılanmak ruhumu ferahlattı.

Vancouver mimarisi güneşi maksimum derece kullanan, şehri çevreleyen dağları ve okyanusu manzara olarak en ideal şekilde sergileyebilecek cam ağırlıklı tasarımlardan oluşmakta. Bu yüzden bu konudaki lakabı "Cam Şehir" ya da "Saydam Şehir". [City of Glass, See Through City]

Binaların çatılarını dahi yeşillendirmeye önem verdiklerini görmek, doğası ile iç içe geçmiş, tabiat dostu bu şehrin karakterini sergiliyor. Bu tarz tasarımları modern mimarinin öncülerinden Vancouverlı Arthur Ercikson`ın 1950'den bu yana ürettiği eserlerde gözlemlenebiliyor.

Kayak takımları dışındaki eşya bavulumuz Vancouver yerine Toronto ya yollandığı ve inişten 15 saat sonra hala elimize ulaşmadığından alışveriş için şehir merkezine indik. Kahvaltıyı pastane kıvamındaki mekan Breka'da yaptık.

En işlek cadderlerden biri olan, sağlı sollu mağazalarla dolu, rengarenk Robson caddesi BC Place Stadyumu'ndan Stanley Park'a kadar uzanıyor. Vancouver Sanat Galerisi, Vancouver Halk Kütüphanesi, Robson Meydanı ve Pasifik Alışveriş Merkezi yine bu cadde üzerinde. 

Robson Caddesi üzerinde Pasifik yemekleri dışında Asya, İspanyol, Alman ve Fransız mutfağından yemekler sunan bir çok restoran ve kafe bulmanız çok kolay.

Sokaklarda sürekli yoga dan çıkmış atletik, doğa dostu, sinsanların havası hakim. Son yılların en moda yoga kıyafetleri satan Lululemon markasının da 1998`de Vancouver`da kurulmuş olmasına şaşmamak gerek.

Vancouver`da son moda kıyafet alışverişi yapmak için gezmeniz gereken diğer muhitler ise; Burnaby, Commercial Drive, Davie Village, Gastown, Granville Caddesi, Granville Island Market, Kerrisdale, Kitsilano, Yaletown ve Main Caddesi.

Robson Caddesi
Vancouver Sanat Galerisi merdivenlerinde biraz dinlendik. Karşıda bir JapaDog satıcısı var. Japon mutfağından tatlarla özelleştirilmiş bir hot-dog çesidi olan JapaDog 2008 den bu yana oldukça popülerleşmiş. Hardal yerine teriyaki, miso ve tonkatsu sosları yanında deniz yosunu ve udon ile servis ediliyor.

Yağmur ve Vancouver beraber anılır, okyanus havası Rockies olarak bilenen sıra dağlara çarptığında agırlaşır ve dağların batısında kalan şehre yağar. Yıllık ortalama 1200 mm civarında yağış alan Vancouver'in bu konudaki lakabı ise "Raincouver". Genelde yağmurlu, kapalı, basık ve depresif havasının aksine bizim şansımıza günlük güneşlik bir hava vardı.

Geri kalan vaktimizde Stanley Park`ın içindeki Third Beach ten başlayarak, Second Beach, Sunset Beach, Kitsılano Beach, Spanish Banks (Harita) sahillerini gezdik. Bizim için en ilginci University of British Columbia'nın dibinde, Georgia Boğazına bakan ve kıyafetin opsiyonel olduğu Wreck Beach oldu. 8 kilometrelik, Kuzey Amerika`nın en büyük çıplaklar plajında Şubat ortasında tabiki üryan gezen yok, bizde karaya vuran kütüklerin resmini çektik.


Havanın sisi, sahile vurmuş kütükler, dalgaların gümbürtüsü ve ardımızdaki dağlar karadeniz kıyılarını anımsatıyor.

Deniz mahsulleri bakımından zengin olan Vancouver sokaklarında Japon ve Kore gibi Asya mutfağını temsil eden bir çok restaurant gözümüze çarptı. Japon kültürü kadar sushi de oldukça ilgi alanımıza giriyor, N. ile California'da bir sushi restaurantında yemek yerken, "bunu Tokyo`da yemek bize ne kadara patlar?" diye düşünmüş ve 2 hafta sonra kendimizi Japonya'da bulmuştuk.


Vancouver`in kaliteli sushi şefleri hakkında da çok okuduk, bazılarının uçuk fiyatlı olmasından dolayı daha çok popüler sushi restoranını seçtik. Geç saatlere kadar şarap ve muhabbet eşliğinde geçen bir gece oldu. En güzel seçilen 27 sushi restoranı için bu bağlantıyı takip edebilirisiniz.

Asya'dan, çoğunlukla Hong Kong'dan gelen göçmenlerden ve sonrasında gösterdiği ekonomik ve kültürel benzerliklerden dolayı 80'lerde çıkan bir diğer takma isim ise Hangcouver. Nakit para ile bir çok ev ve arsa alan Asyalılar (Vietnam, Kore, Filipin, Camboçya, Japon, Çin) şimdi şehrin nüfusunun %40 'ını oluşturuyor.

Şehrin Richmond bölgesi Asyalı nüfusun en yoğun olduğu bölge. Rivayete göre Asyalılar "Richmond" sözcüğünü "Rich Man" gibi telafuz ettikleri ve burada zengiliklerini bir kat daha gösterebildikleri için ağırlıklı olarak bu mahalleye yerleşmeyi tercih etmişler. 

1980 sonu ve 1990 başlarında yoğun göç sonrasında çok kısa sürede bir China Town gelişmiş. İlk kez 1993'te Vancouver'da açılan ve şimdilerde zincir haline gelmiş olan Kanada'nın en kapsamlı Asya süpermarket zinciri  "T&T" de bu göçün sonuçlarından biri.

Vancouver`da ortalama ev fiyatları Ottawa, Toronto ve Montreal`e göre daha yüksek, örnek fiyatlara bu bağlantı aracılığı ile bakabilirsiniz. 

Vancouver`in bilinen bir diğer özelliği de Kuzey Amerika'da Hollywood ve New York'tan sonra gelen en büyük film üretim merkezi olmasıdır. Vancouver film endüstrisi B.C eyaletine yılda 1 milyar dolardan fazla gelir katkısı sağlıyor ve 50.000 kişiye istihdam sağlıyor. Vancouver`da çekilen bazı filmler şu şekilde: The Twilight Saga: Breaking Dawn (2011) - Juno (2007) - Rise of the Planet of the Apes (2011) - First Blood (1982) - I, Robot (2004) - Man of Steel (2013) - X-Men: The Last Stand (2006)

Herhangi bir film seti gezmeye vaktimiz olmadı ama akşam etkinliği olarak kendimizi Biltmore Kabere'de bir Burlesque gösterisinde bulduk.



Vancouver yazısının ikinci bölümü için tıklayın >>>>>>



S.Gun, 
Şubat 2014

Yorumlar

  1. Merhabalar,
    Blogunuzu çok beğendim ve sizi takibe aldım.
    Bende bloguma beklerim.
    Sevgiler,
    http://hayatimakyajla.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Madam Katia'nın Şapkaları

2012 yılının Aralık ayında, Beyoğlu'da Galatasaray'dan Tünel'e doğru yürürken sağ kanattaki tarihi binalardan birinin altından geçerek girilen Hazzopulo (Hacopu) Pasajı'ndayım. Büyülü bir pasaj burası. Renk renk dükkanlar var içinde. Hediyelik eşya, takılar, süs malzemeleri, sahaflar ve yakın dönemde mantar gibi çoğalan çay kahve mekanları ile dolup taşan pasajda vitrini oldukça sönük bir dükkan var. Camekanın içine, vitrinin sadeliğine uyan küçücük bir tabela yerleştirilmiş: Şapkacı Katia .

Dispanserin Bahçesinden Işıltılı Caddelere

Lise çağımdaydım. Evim Balıkesir’deydi. Ailem, arkadaşlarım, tüm yaşantım orada, o küçük ve sevimli şehrin içindeydi. Sevimli olmasına sevimliydi ama, tüm diğer taşra kentleri gibi Balıkesir de insana dört duvar arasında kalmış hissi veren, sınırlı, kapalı bir yerdi. Sanki hayatın bir fragmanını yaşıyorduk orada, gerçeği kentin duvarlarının ötesinde; İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’deydi. Gürül gürül akıyordu da hayat, biz orada öylece duruyor gibiydik, sanki. Her ayın başında, Şan Sineması’nın hemen karşısındaki gazete bayisine büyük bir heyecan içinde koşmamız bu yüzdendi. Tüm dünya, geçmişin ve geleceğin toplamı hatta, sanki yoğunlaşıp tek bir kara deliğe çökmüş ve o da koca evrende gelip bu büfenin önündeki “Yaysat” sepetine düşmüştü. Sinema, Atlas ve Gezi dergilerinin yeni sayıları gelmişse onları hemen raftan kapar, eğip bükmeden, üzerlerindeki naylona dahi zarar vermeden çantalarımıza atar ve evlerimizin, Underground Cafe’nin, yahut bahçesinde saatlerce oturduğumuz hüküm

Aç Kapıyı Melek, Ben Geldim

Mart ayında bir gün, bir Cuma günü. Saat öğleden sonra 4:30. Sabah hava sıcaklığı eksi otuz santigrat derece idi, şimdi ısındı biraz, yalnızca eksi on. Ah Ottawa, söyle yetmedi mi artık bu kış? İşten koşar adım çıkıyorum. Melek otoparkta beni bekliyor. Önce camları kaplamış olan buzu elimdeki uzun saplı plastik spatula ile bir güzel kazıyorum. Eğer dünyanın bu köşesinde yaşamayı hayal ediyorsa oralarda birileri, işte bu gerçeği de hayallerinin bir köşesine dahil etmeli. Zira spatulayla buz kazımak yemek yemek, su içmek gibi hayatın doğal bir parçası buralarda. Araçların camlarına yapışan kar taneleri buzlaşıyor, kaskatı kesiliyor. İşin yoksa her allahın günü kazı babam kazı.

İstanbullu Bir Turistin Gözünden Ottawa - 2

17 Haziran Cuma: Chateau Laurier diye oldukça büyük bir otelin arkasında bulunan Majors Hill park mükemmel bir yer, öğlen yemeğini yine Bottega'dan alıp bu parka yürüdük.  Çimenlerin üzerinde bir ağaç gölgesine oturduk. Parkta hula hup çevirenler, frizbee oynayanlar çocuklarını çimenlere salıp onlarla beraber yuvarlananlar, kitap okuyanlar, yanlarında getirdikleri darbuka benzeri (djembe) enstrümanları çalanlar hepsi burada. Mutluluk tepesi olmuş burası.  Karşımızda Parlamento binasının arka cephesi görünüyor ve biraz aşağı doğru bakarsak Ottawa Nehri ve karşı kıyı Quebec eyaletinin Gatineau şehri.